Kürt-İslamcıların sakat laiklik anlayışı
AKP kapatılmalıdır; çünkü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AKP’yi kapatma davası için hazırladığı iddianame incelendiğinde Yalçınkaya’nın özellikle Tayyip ve yandaşlarının laikliği kasıtlı olarak yanlış yorumladıkları ve Türkiye’de baskıcı, dindarlara zulmeden bir laiklik olduğunu iddia eden sözlerine yer vermesi oldukça düşündürücüdür.
Savcı, iddianamesinde bu sözlerin çoğunlukta olduğu söz ve eylemlere sıkça yer vermiştir. Bu bile AKP’nin kapatılması için yeterli delilin iddianamede mevcut olduğunu göstermektedir.
Tayyip’in türbana karşı olanların laiklik anlayışını eleştirdiği sözlerine örnek verecek olursak; “Yasaklama, Fransızların kullandığı bir yöntem. Türkler, laikliğin Anglo-sakson yorumunu daha uygun buluyor (Ek 14)” diyerek, Türkiye’deki laikliğin Fransız tipi yasakçı bir laiklik olduğunu, buna karşın Türk halkının Anglosakson tipi bir laiklik istediğini söyleyip, çarpıtmada bulunarak, haksız bir ithamda bulunmaktadır.
Savcı iddianamesinde Tayyip’in tehditkar sözlerine de sıkça yer verilmiştir.
Örnek gösterirsek: “Türkiye bunları aşmalı. Aşmazsak yazık olur. Bu ülkenin evlatları arasında ayrımcılık yapmamamız lazım. Ağlayan yavrular onları affetmeyecektir. Bu konuda toplumsal bir mutabakat var, ama kurumsal mutabakatta sıkıntımız var (Ek 18)” diyerek, adeta tehditkar bir söylem içine girmiştir. “Ağlayan yavrular onları affetmeyecektir” sözünü nasıl anlamalıyız acaba?
İddianamenin bir başka yerinde de Tayyip’in; “Ama biz özellikle ülkemizde bir toplumsal gerilim olmasın diye sabırla hareket ediyoruz. Ve diyoruz ki bir toplumsal mutabakat olsun. Bakın benim kızlarım ABD’de okuyor. Burada o özgürlük var. Ama ülkemde yok. Şu anda ben bu acıya sadece ülkemde bir toplumsal gerilim olmasın diye katlanıyorum (Ek.28)” sözüne yer verilmiştir.
Tayyip’in bu sözü açıkçası tehdit kokmaktadır. Tayyip, toplumsal bir gerilim olmasın diye katlanıyormuş! AKP’nin Anayasa’da değişikliğe giderek üniversitelerde türbanı serbest bırakmaya çalışması toplumsal bir gerilime neden olmamış mıdır?
Örneğin Tayyip bundan 6 sene önce; “Başörtüsü sorununu gerilim nedeni görmüyoruz ve gerilim nedeni yapmayız (Hürriyet, 06.09.2002)” diyordu. Ne oldu da Tayyip birden değişti? Aslında Tayyip bu tarz söylemleri ile takiyyecilikte nasıl sınır tanımadığını bizlere göstermek istemektedir adeta!
Sonradan görme laik, öyle bir şey olsa gerek!
Dedik ya, Tayyip’in sakat bir laiklik anlayışı var diye. Tayyip’e bu aklı kim veriyorsa, akıl verenin de Tayyip gibi sonradan görme laik olduğu pek açıktır.
Ne diyordu Tayyip: “Hem laik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya laik. İkisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil ikisinin bir arada olması.”
Peki, Tayyip “Değiştim, geliştim” dediği yıllarda ne diyordu: “Asıl itibariyle laiklik bir sistemdir ve fertlerin değil, devletin laikliği söz konusudur.”
Şimdi böyle bir laiklik anlayışına sahip olan biri laik devletin savunuculuğunu yapabilir mi? Yapamaz. Zaten bu tarz söylemlerin bir benzerini Özal da dillendiriyordu. Sonuçta ne oldu? Türk-İslam sentezi adı verilen uydurukçuluk ile Amerikan tezleri Türkiye’de uygulanmaya çalışıldı. Bugün TÜRKSOLU gazetesinin dillendirdiği Kürt-İslam sentezi tezi de; ülkemizde sözde Müslüman geçinenlerin, Amerika’da hazırlanıp servis edilen tezleri, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulamaya çalışmalarının adıdır.
Bir de kalkıyorlar, “Bizim istediğimiz tarzda olmayan laiklik, gerçek laiklik değildir” diyerek Türkiye’deki laikliği baskıcı ve zulmeden bir unsur olarak gösteriyorlar. Sonrasında da ülkede gerilim çıkmasın diye sabrettiklerini söylüyorlar. Kürt-İslamcılara bakılırsa, sabırlarının taşmaması için, tez elden onların istediği laikliği getirmemiz gerekiyor anlaşılan.
“Türbanı çözmek namus borcumuzdur” gibi sözlerle laiklik konusunda Tayyip’ ten daha keskin çıkışlarda bulunan Arınç, YÖK’ün yasaklarına karşı iktidara geldiklerinde hesap soracaklarını sık sık dillendiriyordu.
Özellikle 22 Temmuz seçimlerinden sonra AKP’nin % 47 oy alması, ardından Gül’ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesi, sonrasında ise Gül’ün Teziç’ten boşalan koltuğa Yusuf Ziya Özcan’ı getirmesi ve Özcan’ın sarf ettiği sözler türban karşıtı hocalara bir baskı kurulacağının bir işaretiydi aslında.
Dikkat edilirse Refah döneminde bizzat din ön plana çıkartılarak toplum üzerinde baskı kuruluyordu. Şimdi ise din, üzeri demokrasi ve yasalar gerekçe gösterilip, örtüldükten sonra baskı aracı olarak kullanılmaktadır.
Kürt-İslamcılar bu sefer yöntem ve tarzlarında değişikliğe giderek baskıcı ve dayatmacı politikalarını uygulamaya çalışmaktadırlar.
Örneğin; “Kadını özel alana hapseden, kamusal alandan dışlayan, cinsiyet ayrımcılığına dayanan baskıcı ve tutucu anlayışlar medeni olamaz” diyor Tayyip!
Bu sözleri demokrat, Atatürkçü, hukuk devletine inanan bir yurttaş söylemiş hissine kapılırsınız ama Tayyip bu sözlerinde türbancıları masumlaştırma ve meşrulaştırma derdi içindedir.
Yine savcının iddianamesinde Tayyip’in şöyle bir sözü de geçmektedir: “Ama her şey bir yol haritası içerisinde yürüyecektir.” Yani türban bu topluma yavaş yavaş belirli bir yöntem ile kabul ettirilecektir demektedir.
Tayyip’in türbanı masumlaştırmaya yönelik sözüne örnek verecek olursak: “Eğer hıçkırıklarımızı içimize atıyorsak sebepleri var. Gerilim istemiyoruz. Gerilimin faturaları çok ağır oldu” sözleridir.
Tayyip’in bu sözü halkın duygularını sömürerek yapılan psikolojik savaşa çok iyi bir örnektir aslında. Yani bir nevi psikolojik baskı.
AKP’nin uygulamış olduğu psikolojik baskı ve dayatmayı meşrulaştırmaya diğer bir örnek ise; “Zira bize de inanan, güvenen bir kitle var. O kitle, sessiz yığınlar olarak yıllar yılı bekledi. O dile tercüman olacak siyasetçiler olarak bizi buraya gönderdi” şeklindeki sözleridir. Tayyip açıklamaları ile aslında türbancı-İslamcı bir kitlenin temsilcisi olduğunu açıkça itiraf etmiştir.
AKP’ye kapatılma davası açıldığı zaman; “Halkı da kapatın, uzaydan halk getirin öyleyse” diyerek haklı olduklarını güya ispatlamaya çalışıyorlar. Oysa halkın büyük bir çoğunluğunun oyunu da alsa, siyasi partiler Anayasa’nın dışına çıkamazlar. Hele hele Anayasa Mahkemesi, türbanın Türkiye’de rejimi yıkmaya çalışanların bayraklaştırdığı bir simge olduğunu söylemişse.
Türbanı serbest bırakmaya yönelik çalışmalar laikliğe aykırıdır. Laikliğe aykırı bir davranış Anayasa’nın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen bir unsuruna aykırı ise bizatihi Anayasa’ya aykırıdır. AKP kapatılmalıdır; çünkü türbanı serbest bırakmaya yönelik çalışmalar bile başlı başına bir kapatma sebebidir.
AKP; Refah Partisi’nin, Fazilet Partisinin devamıdır!
Her ne kadar Milli Görüş kimliğini çıkardık deseler de, bugünkü söz ve eylemleri ile Milli Görüş’ün devamcısı oldukları çok açık ve nettir.
AKP’nin politikalarına bakarsak, özellikle Tayyip’in söylemlerine bakarsak Refah dönemi söylemleri ile AKP dönemi söylemleri arasında pek fazla bir fark yoktur. Zaten kendisi çok açık ve net olarak değişmediğini söylemiştir. Türban ve benzeri konuları dayatmaları zaten bunun bir göstergesidir.
O zaman ortaya şu sonuç çıkmaktadır: AKP kapatılan Refah ve Fazilet Partisi’nin devamıdır!
Zaten Tayyip, Fazilet Partisi’ndeyken bile İslami eğilimden vazgeçmek gibi bir derdinin olmadığını basına çok açık ve net yansıtıyordu: “… Erdoğan, FP tabanında etkili bazı partililerin de bulunduğu bu görüşmede, FP yönetimine ilişkin en önemli eleştiriyi, kapatılan RP’nin aksine FP’de, ‘İslami eğilim’ diye nitelediği tarikat ve cemaatlerin dışlanması konusunda yöneltti. ‘İslami eğilimlerin dışlanmasını doğru bulmadığını’ söyleyen Erdoğan, FP’nin imam-hatiplere, Kuran kurslarının kapatılması ile üniversitelerdeki türban yasağına ilişkin tavrını da eleştirdi. FP’yi pasif bulduğunu ima eden Erdoğan, ilkokuldan başlamak üzere bütün eğitim kurumlarında din eğitimi verilmesi için mücadele edilmesini istedi (Hürriyet, 14 Nisan 1998).”
Tayyip bugün AKP’ye biçmiş olduğu yeni imaj ve vitrini o günlerde Fazilet için düşünüyor ve Erbakan’ı uyarıyordu: “Hocam, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Eskisi gibi olursa netice alınmaz, başarılı olunmaz. Yüzde 40’lar civarında oy alıp, yeniden iktidara taşınmak istiyorsak; yeni bir imaj ve vitrin gerekiyor (Hürriyet, 24 Şubat 1998).”
Tayyip’in arası o günlerde Erbakan ile bozuk olduğu için Fazilet Partisi’nin kapanmasına bile üzülmemiştir! O zamanlar Erbakan’a tavsiye niteliğinde söylediklerini bugün AKP’de yapmaya çalışmaktadır. Bunlar da göstermektedir ki, AKP Fazilet’in devamıdır.
Fazilet ve Refah Partisi laiklik karşıtlığın odağı haline geldiği için kapatılmıştır. Bugün de aynı gerekçe ile AKP kapatılmaya çalışılmaktadır. Bu üç partinin sonu aynı olacak ise bu partilerin kapatılmasına neden olan gerekçeler de aynıdır.
O zaman şöyle bir denklem ortaya çıkıyor: AKP=FP=RP
Eeee o zaman “Kapatın Gitsin!”
Yunus YILMAZ